23 Aralık 2014 Salı

MO' NUN GİZEMİ




Avustralya'ya gidiyordum.Uçakta, her haliyle garip ve gizemli,genç bir adamla tanıştım. Kendisi Genetik Mühendisiydi. Onunla insan kopyalama olgusu üzerine, ürperti verici konuşmalar yaptık. Daha sonra o bana, roman yazmam için, yürek hoplatıcı bir serüven aktardı. Bu serüveni, birbirlerine tutkulu bir aşkla bağlı olan, Defne ve Burç adında, liseli iki genç yaşamıştı. 

Böylece her sayfasında, acaba sorusuyla insanı kuşatan, bu soluk kesici roman ortaya çıktı. Ne var ki, bu olayda aklıma takılan bazı soruların yanıtlarını, hala bulabilmiş değilim:

 Yol arkadaşım Burç, gerçek bir insan mıydı? Yoksa ben, gen teknolojisi ve canlı kopyalama yöntemiyle, laboratuvarda oluşturulmuş biriyle mi yolculuk yapmıştım? 




Adı: Mo' nun Gizemi
Yazarı: Gülten Dayıoğlu 
Sayfa:288
Yayınevi: Altın Kitaplar 


Bu kitabın mükemmel olduğunu söyleyenlere şahsen inanmıyorum, karar sizin. Sadece arka kapağı okuyup da aldığım bir kitap bu. Pişman değilim, ama yine de daha iyi bir kitap alabilirdim bunun yerine. Neyse bu kadar sinir yeter.

  Kitap fena sayılmaz, konusu da güzel, ama mükemmel değil işte. Değil yani. Özellikle şu kitabın dili hoşuma gitmedi. Ben biriyle sohbet ederken ona "Sevgili Ayşe,Sevgili Ali" falan demiyorum. Hani diyen de vardır ama çoğunluk öyle konuşmaz ki. Ayrıca, bu ikisinin aşkını anlamadım gitti. Arkadaşlar, ama değiller de. Of beynim sulandı :) Normalde Gülten Dayıoğlu' nun kitaplarını çok severim, ama iş aşka gelince bence anlatamamış. Benim için bu bir kitaptaki olaylardan bir tık daha önemli. Yani karakterlerin olayı yaşamasından çok, o olayda ne hissettiği daha önemli benim için. Kısaca duyguları anlamadım.Ha bir de,tamam yani Yuma ile ekibi Mo Yaratığını arıyor, Cennet Adası' na geliyor, ama Burç ve Daphne (Defne diye geçiyor ama asıl adı bu) ile karşılaşma ihtimali nedir? Diyelim karşılaştılar, görür görmez niye zavallılara Yuen' in casusu dediler? Alınlarında "casus" mu yazıyor? Ya tamam, casussa casus, niye önce öldürmeye, sonra da üstünde deney yapmaya kalkıştın? Ne oluyor bana anlamadım :D

   Hani bir laf vardır:"Bir yiyen pişman bir yemeyen." Bir okuyan pişman, bir okumayan. :)

BAŞLAYANLAR-Lissa Price

           
 Biyolojik Savaş orta yaşlı insanları yok etti ve geriye sadece gençler kaldı.Yaşlılar, yani Sonlayanlar, hayatlarına devam ediyorlar. Esas sorun ise gençler, yani Başlayanlar. Anne babaları öldü, beş paraları yok ve açlar. 

Onlar hayatta kalabilmek için her şeyi yapmaya hazırlar. Callie' nin tek umudu ise bir beden bankası. Burası yeniden genç olmak isteyen Sonlayanlar' a, kiralama yoluyla genç bir beden veriyor. Callie de bedenini kiraya veriyor çünkü paraya ihtiyacı var, hasta kardeşine bakabilmek ve yaşamını devam ettirebilmek için.

Kiracısı ise, Callie' nin bedenini bir cinayet işlemek için kullanmanın peşinde. Callie sistemde çıkan bir hata sonucu kendi bedeninde uyanıyor ama kiracısı hala sisteme bağlı. Şimdi tek bedenin içinde tek kişi var, bir de önlenmesi gereken bir cinayet. 





Adı: Başlayanlar
Özgün Adı: Starters
Yazar:Lissa Price
Sayfa:338
Yayınevi: Dex 
 

        İtiraf ediyorum, kitabı almamın tek sebebi şu önlenmesi gereken cinayet meselesi. Cidden en başta öyleydi. Sonra biraz farklı sebepler çıktı.
       
       Yahu, böyle çabuk aşık olan kız hiç gördünüz mü?(Biliyorum 180 derece dönüş yaptım:D) Kitabın başında böyle bir Michael' ı seviyorum dedin, sonra öpüşmenize ramak kaldı, ardından ilk gördün Blake' e aşık oldun. Bu ne be? Callie sen beni delirteceksin.
 
       Tamam, konu güzel, ama yine tam içime sinmedi bu kitap. Nasıl desem bilemiyorum. Bazı yerlerde duyguyu alamadım, bazen de olayı anlayamadım tam olarak. Ya mesela, Lauren nereden çıktı birden? Sanki yazar bir kaç detayı atlamış gibi. Ondan sonra, hem Blake' i seviyorsun, hem de Michael' ı Florina ile görüyorsun, kıskanıyorsun. Bu ne şimdi? Bir de, ölümlerde tam olarak bir şey hissedemedim. Helena' da sanki yabancıymış gibi oldu, bir şey hissetmedim. Sara' da hadi küçüktü kız diye azıcık üzüldüm.Anahtar kelime"azıcık".

         Ama ben duygu değil, macera arıyorum diyorsanız, buyurun okuyun.
   
   


13 Ekim 2014 Pazartesi

SAFKAN-Jennifer Armentrout

melez-sozlesmeleri-2-safkan-jennifer-l-armentrout

Bir yanda ihtiyaçlar. Bir yanda hayaller...

Doğaüstü bir yaratık olmak tam olarak muhteşem bir şey değil; özellikle her gittiğin yere "diğer yarının" da gittiği düşünülürse. Seth, eğitimde, ders dışında ve hatta yatak odasında Alexandra'yla birlikte ve bu hiç de eğlenceli değil. Aralarındaki bağın kabuslardan uzak kalmak gibi faydaları da var ama Alex 'in safkan yasak aşkı Aiden' a olan hisleri üzerinde hiçbir etkisi yok. Ya da Aiden 'ın onun için feda edecekleri üzerinde.

İblisler binayı istila edip öğrencilere saldırınca tanrılar furileri salıyor üzerlerine. Furileri, öğrencilere ve tanrılara karşı en ufak tehdidi ortadan kaldırmakla görevliler, buna Alex ve diğer Apollyon Seth de dahil. Bu sorunlar yetmezmiş gibi, gizemli bir varlık Seth'i tehdit ediyor, Alex de tehlikede. İşin içine tanrılar girince bazı kararlardan geri dönmek çok ama çok zor. Alexandria kaderinde yazanla bilinmez arasında bir seçim yapacak. 

Adı: Safkan
Özgün Adı: Pure
Yazarı: Jennifer L. Armentrout
Sayfa Sayısı: 406
Yayınevi: Dex


          Yani nasıl başlasam bilemiyorum. Safkan benim beklentilerimi pek karşılamadı desem yalan olmaz. Neredeyse zorla okudum diyeceğim ama bir günde bitirdim. Tıpkı Melez (yorum için tıklayın) gibi bu kitap da akıcıydı ve okunuyordu ama pek hoşuma gitmedi.  
  
           Öncelikle Aiden' ın tavırları yüzünden hoşuma gitmedi. Bir yandan " Bir yanım, keşke Seth, sana dokunduğu için o Efendi'yi öldürmüş olsaydı, diyor." diğer yandan " Sen... beni sevemezsin." Kitap boyunca Aiden' ın akıl sağlığından şüphe ettim. Sonra ne o öyle Seth ile uyumalar falan ? Kafayı yememe şu kadarcık kalmıştı. Üstelik Caleb' a olanlar da tuzu biberi oldu. Çok sevmiştim Caleb 'ı. Hatta en sevdiğim  karakter oydu.

            Ama bunları saymazsam güzel ve akıcı. Ayrıca sonu müthişti. Yine de puanım 5\3. Bunun sebebini zaten anlatmıştım.
          

Sherlock, Lüpen ve Ben - Siyahlı Kadın

Sherlock Lüpen ve Ben 1. Kitap: Siyahlı Kadın                                                                                                                                                        Sıradışı üç çocuk, birbirinden kopmayan üç arkadaş.

Suçlular dünyasında iz bırakacak üç zihin.

Nefes kesen bir macera serisi.

Sherlock Holmes, Arsen Lüpen ve Irene Adler, ilk kez 1870 yılının yazında Saint-Malo' da karşılaştılar.

Tesadüfen buluşan ve bir daha hiç ayrılmayacak olan üç arkadaş, kaderin kendilerine hazırladığı sürprizden habersizdi. Etrafı keşfetmeye çıktıkları gün, sahilde buldukları bir ceset, tüm hayatlarını değiştirdi. Kıyıya sürüklenen yabancının nasıl öldüğünü araştırmaya karar veren korkusuz üçlüyü artık hiçbir şey durduramazdı...
 Adı: Sherlock, Lüpen ve Ben-Siyahlı Kadın
Özgün Adı: Sherlock, Lupin and io  Il trio della Dama Nera
Yazar: Irene Adler ( Kapakta öyle yazıyor, gerçek yazarı Alessandro Gatti)    
Özgün Fikir: Pierdomenico Baccalario
Sayfa Sayısı:204
Yayınevi: Doğan ve Egmont Yayıncılık
 
 
  Ve yine bir macera kitabıyla karşınızdayım. Önce konudan söz edeyim, sonra yoruma geçerim.
Not: Bu kitabı çok uzun zaman önce okumuştum, şimdi de kaybettim bu yüzden konuda hata yapabilirim. Kusura bakmayın.
 
 
     Kitap Irene Adler` in yeni geldiği  Saint-Malo' da evinden kaçtığını anlatmasıyla başlıyor. Bir kaledeki burçlara doğru tırmanıyor ve orada Sherlock Holmes ile tanışıyor. Daha sonrasında Sherlock onu Arsen Lüpen ile tanıştırıyor. Bir gün gezerken sahilde bir ceset buluyorlar ve bunu araştırmaya karar veriyorlar.
 
      Şunu söyleyebilirim ki, macera kitabı arayanlara ilk tavsiyem bu kitap olurdu. Yani içinde Sherlock Holmes` un olduğu her kitap heyecanlıdır. Ama şaşırmayın, kitap Holmes` ün gençliğinde geçiyor.
    
      Tamam kitap güzel, macera dolu, bir gecede bitirdim falan ama bir şey kafama yatmadı. Yani bunlar sonuçta üç çocuk. Sahilde bir ceset buldun, polise mi haber verirsin, hadi katili bulalım mı dersin? Bence ilki. Ama böyle yapsalar zaten kitap olmazdı, değil mi? Yine de heyecandan sizi soluksuz bırakacak bir kitap arıyorsanız, okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Puanım: 5\4,5 (Yarım puanı nereden kırdın derseniz, bazı mantıksız şeyler vardı, o yüzden kırdım.)
   
 

9 Ekim 2014 Perşembe

MELEZ






















Adı: Melez
Özgün adı: Half Blood/ A Covenant Novel
Yazar: Jennifer L. Armentrout
Yayınevi: Dex
Sayfa Sayısı: 331
           
           Hematoi ırkı, tanrılarla yaratıkların soyu. İki Hematoi çocuğu safkan sayılıyor ve tanrısal güçlere sahip oluyor. Hematoilerle ölümlülerin çocukları olan melezlerde ise bu güçler yok. Bu melezlerin sadece iki seçeneği var: eğitimli birer Avcı olup iblis avlayabilir ya da safkanların evlerinde kölelik yapabilirler.

          Bir melez olan Alexandria, yaşamını tuvalet temizleyerek geçirmek yerine tehlikeye atmaya da razı ama bunu da yüzüne gözüne bulaştırabilir. Avcılık öğrencilerinin uyması gereken belli kurallar var. Alex` in bu kuralların hepsiyle başı dertte ama en fazla birinci kural onun için büyük sorun:

 Safkanlarla Melezler arasında ilişki yasak.

    Ne yazık ki Alex, safkan Aiden` a çok fena aşık. Ancak bu aşk onun tek büyük sorunu değil; daha büyük bir sorun, okuldan mezun olana kadar hayatta kalmak ve bir Avcı olmak. Görevinde başarısızlığa uğrarsa ölümden ya da kölelikten de kötü bir son onu bekliyor: bir iblise dönüşmek ve Aiden` ın avı olmak.

      Daha korkunç bir şey düşünülebilir mi? 

 

          Bu kitap için söyleyebileceğim ilk şey kesinlikle harika olduğu. Cidden.
Kitabı okumamın ana sebebi konusuydu. Böyle bir konuyu ilk kez görmüştüm. Yunan mitolojisi ile ilgili bir kitap gerçekten çok özgün bir fikir.


         Kitap baş karakterimiz Alexandria, yani Alex `in iblislerle kavgasında başlıyor. Alex titanyum kürek ile birini öldürüyor ama bir diğeri onu damgalıyor. Bu arada, Avcılar geliyor ve Alex `i kurtarıyor. Kız bir de bakıyor ki, Avcılardan biri Aiden St.Delphi , yani Alex `in aşık olduğu safkan. Ama Alex melez ve arka kapakta da yazdığı gibi, safkanlar ve melezler arasında ilişki yasak. Sonra Aiden Alex  `i alıyor, zorlama büyüsü ile götürüyor.

      Neyse. Kitapla ilgili bu kadar bilgi yeter. Gelelim yoruma. Öncelikle kitabın hem konusu çok özgün, hem de akıcı. Bir gecede bitirecek kadar. Olaylar bir an için heyecanını yitirmiyor. Ve sonlara doğru resmen ağzım açık kaldı. Zaten kapak yazısında da diyor. "Sevdiğini öldürebilir misin?" Bu arada baştan söyleyeyim, Aiden` ı öldürmüyor.

        Kitapta hoşuma giden şeylerden biri, öncelikle Alex` in Aiden` a olan duyguları. Yazar bunu oldukça güzel anlatmış. Bazı kitaplarda ne kadar uğraşsam da bir türlü  aşkı çözemiyorum.
Oysa Melez` de resmen Alex` in duygularını hissettim. Belki abarttım biraz ama böyle işte.


               Kitaptaki karakterlerden Caleb favorim oldu. Böyle arkadaşım için hayatımı riske atarım havası var. Ayrıca ilk defa en yakın arkadaşı erkek olan bir kız gördüm. Alacakaranlık`ı saymıyorum çünkü sonradan Jacob (ve Bella) ona aşık olduğunu söyledi. O yüzden saymıyorum. Caleb da böyle bir şey yok. Sadece kız kardeşi gibi davranıyor Alex` e.


            Sonuçta puanım 5\5. Yani en yakın kitapçıya koşmanızı öneririm.



24 Eylül 2014 Çarşamba

OBSİDİYEN- ALINTILAR



       


              *O anda bana bir peri prensesini hatırlattı. Ya da ne kadar hiperaktif olduğu  düşünüldüğünde çatlak bir Tinker Bell`i.
                
               *Hiç bir insan isteyince bir kamyonu durduramaz, suyun altında o kadar uzun süre kalamaz ya da bir görünüp, bir kaybolamazdı.


                * "Ee, ne hakkında yazıyorsun? Örgü mü? Bulmacalar mı? Yalnızlık mı?"

              * Muhtemelen bir ilk randevu tecavüzcüsünün ve Daemon `ın özünü emmeye hevesli bir uzaylı sürüsünün icabına bakmıştım. Çılgın bir karışımdı bu.

             
               * "Meydan okumaları severim biliyorsun, değil mi?"
                  Belli belirsiz güldüm, sonra ona hareket çekerek veda ettim, kapıya yürüdüm.
                  "Ben de severim Daemon, ben de." 



             

23 Eylül 2014 Salı

Obsidiyen-Kitap Tanıtım-Kitap Yorum + Ön Okuma

  



 
 
Her şeye yeniden başlamak çok berbat.
Annemle birlikte Batı Virginia`ya taşındığımızda, kendimi
sıkıcı işlere adamıştım, ta ki tüyler ürpertici yeşil gözleri ve
kaslı vücuduyla yan komşumuz karşımda dikilene kadar.
Ama işler tahmin ettiğiniz gibi gitmedi.
O, ağzını açtı.
Daemon hem kabaydı hem de kendini beğenmiş bir pislikti. Birbirimizden hoşlanmamıştık. Tam hikâye burada bitiyordu ki bir kazaya uğradım ve Daemon zamanı dondurarak beni kurtardı.
Yakışıklı uzaylı komşum üzerimde bir iz bırakmıştı.
 Yanlış okumadınız. O, bir uzaylı. Daemon ve kız kardeşinin yeteneklerini çalmak isteyen düşmanları vardı ve Daemon `ın bıraktığı iz bütün düşmanları başıma  toplamıştı.  
Bu korkunç durumdan canlı kurtulmak içinse tek yapmam
gereken üzerimdeki uzaylı izi etkisini yitirene kadar
Daemon`ın yanından ayrılmamaktı.
                  Pekala, ilk yorumumu favori kitaplarımdan biri olan OBSİDİYEN ile yapıyorum.(Mümkün olduğunca spoiler vermemeye çalışacağım. Henüz okumayanlar gönlünüz rahat olsun. )
                   Obsidiyen`i ilk alırken biraz tereddüt ettim çünkü, uzaylılarla ilgili okuyacağım ilk kitaptı ve Katy` nin deyimiyle " Yapış yapış yeşil uzaylı hikayeleri bana hitap etmez." Ama kitapçıya gidip geldikçe gördüğüm bir kitaptı ve ben de önyargılı olmayayım diye aldım. Ama sonra ilk bölümü okuduktan sonrası sanki bir dakika sürmüş gibi geldi. Aldığım için kendime teşekkür ettim o derece yani :) Hatta bütün karakterleri kafamda canlandırmayı başardım. Neyse bu kadar yeter biraz da kitaptan konuşalım.

                   Tamam kitap güzel, okunuyor ama yani yazarı Jennifer`a da bazı yerlerde kızdığım olmadı değil. Sonra Daemon`a da çok sinir oldum. Hani yakışıklı, seksi ama o da bir yere kadar. Önüme çıksa suratını dağıtırım diyeceğim tiplerden. Tanıdığım en gıcık erkeği  10`a, 100 `e katlar. Ama tüm diğer kızlar gibi, ben de kitabın sonuna doğru "Daemon Fan Kulübü" nün üyesi oldum. O derece.
Ama hala gıcık ve öküz.
                 Bazı yerlerde de kıskançlık krizine girmeme azıcık kaldı. Nedeni mi, Luxenlerin yapamadığı yokmuş ya. Keşke ben de Luxen olsam dedim defalarca. Ama bir işe yaramadı hala insanım.           
            Dee `ye bayıldım. Keşke böyle bir arkadaşım olsa benim de dedim, hala da diyorum. Ama yani güzelliğini falan kıskanmadım da diyemem. Ama tabii, bu konuda Ash `i daha çok kıskandım. Fakat ona Daemon ` dan bin kat daha fazla gıcık oldum. Dee de onunla ilgili söyledikleri konusunda sonuna kadar haklı. Ne dediğini ben söylemeyeyim siz görün artık :)
          
           Kitabın sonlarında bazı sürprizler oldu, ama sürprizin sonu pek iyi bitmedi. Ama Katy sonuna kadar haklıydı. Yani bana göre.
           Şimdi kısaca bir özet geçeyim:
        Katy Swartz annesiyle yeni taşındığı Batı Virginia `da Daemon ve Dee Black ile tanışıyor. Bazı tuhaf olaylardan sonra Katy onların uzaylı olduğunu öğreniyor. Daha kötüsü, Daemon onu iyileştirdiği için üstünde bir iz olduğunu öğreniyor. Ve işler karışıyor.
 
 
ÖN OKUMA
 
 
          Yeni yatak odamdaki üst üste yığılmış kutulara baktım, içimden keşke internet bağlı olsaydı diye geçirdim. Buraya taşındığımdan beri kitap tanıtım bloğuma elimi bile sürememek, elsiz ayaksız kalmak gibiydi. Annemin " Katy `nin çılgın takıntısı dediği, benim tüm hayatımdı. Tamamen öyle olmasa bile, benim için çok önemliydi. Annem, kitaplara benim baktığım gözle bakmıyordu.
         İç çektim. Buraya geleli iki gün olmuştu. Hala açılmayı bekleyen çok koli vardı. Her baktığım yerde koli görmekten nefret ediyordum hatta burada olmaktan bile ölesiye nefret ediyordum.
       Neyse ki " dini bütün" Virginia `ya ve korku filmlerinden fırlamışa benzeyen bu eve taşındığımdan beri her gıcırtıda yerimden zıplamayı nihayet bırakmıştım. Bir kuleciği, lanet olası bir kuleciği bile vardı evin. Kule insanın ne işine yarardı yahu?
       Ketterman `ın tüzel bir kişiliği falan da yoktu, yani gerçek  bir kasaba bile değildi. En yakın yer Petersburg `du: Burası birkaç trafik lambası mesafede, muhtemelen Starbucks olmayan başka bir kasabanın yanındaki öylesine bir kasabaydı. Evimize posta bile gelmiyordu. Postalarımızı almak için Petersburg `a  gitmek zorundaydık.
      Var mı böyle ilkellik?
 
        
 

 

 

              
 
 
 
 
                  
 
 
 
                   
 
 
 
                   
 
             

 
 
                 

 

 

                                                                                                                          
 
                                                                                  

25 Ağustos 2014 Pazartesi






          Selam millet! Ben Yağmur, bu blogun kurucusuyum. Blogun adından anlaşılacağı gibi, kitap yorumları yazacağım. Ama pek fazla yazamayabilirim, çünkü vaktim olmuyor. Şimdilik haftada bir yorumla başlayacağım. Önce elimdeki kitapları teker teker yorumlayacağım, ondan sonra yenilere geçerim artık - bu arada, kitap önerisi olan varsa ben yorumlara açığım, çünkü bir kitap alacağım zaman çok kararsız oluyorum. Neyse, umarım anlaşırız. İyi okumalar :)